İlk nerede yayınladı?
Bu öykü ilk olarak 9 Ağustos 2010 tarihinde Kayıp Dünya sitesinde yayınlanmıştır. Aşağıdaki metin, öykünün en son düzenlenmiş halidir.
E-Kitap Linkleri
- Direkt indirme linkleri
- E-Kitap platform linkleri
- Smashwords (epub, mobi, pdf)
- Google Play (epub, pdf)
- Kobo (epub, pdf)
- Apple Books
- Wattpad
Öykü hakkında ne dediler?
- Kayıp Dünya (5 yorum)
- Bu hikayeyi çok beğendim. Ellerinize sağlık Mehmet bey. – Demet T.
- Çok etkileyici bir hikayeydi. … Kaleminize sağlık… – mit
- Mehmet Bey Merhaba; “Orman” şaşırtmıştı. Bu hikâye afallattı. Kaleminize ve hayal gücünüze sağlık. Çok güzel olmuş. – Evren Gürkaynak
- Robodoppel supriz finaliyle sade ve guzel bir bilim-kurgu. Okurken cok keyif aldim. Tesekkurler. – Serdar Burak YILDIZ
- Robodoppel’i de çok beğendim Mehmet. Kurguyu bu öykü de daha başarılı tasarlamışsın, yine anlamadığım bazı kısımlar var ama çok önemli değil=) Kalemine sağlık… – Mehmet Canpolat
- Google Books (4.6/5 – 9 oy, 1 yorum)
- 10 sene önce yazılmış bu öykü Mehmet Kardaş’ın neden iyi bir yazar olduğunu kanıtlayan bir başka çalışma. Şu ana dek okuduğum Sakın Unutma, Tersine Gezegen, Çelikkale öyküleri gibi bu öykü de öncelikle yazarın atmosfer ve hikâye kurma maharetinin bir başka güzel örneği olduğunu hemen belli ediyor. bu olabilir diyoruz okurken, yazar yine imkansız gibi görünen bir durumun içerisine gerçeklik hissi yerleştiriyor. zorlama, sahte bir şey yok yine. Mehmet Kardaş kesinlikle daha çok tanınması ve okunması gereken bir yazar. – Cem Çeboğlu
- Kobo (3.6/5 – 36 oy)
- Goodreads (3/5 – 1 oy)
RoboDoppel
Ahmet bey, rahat yatağındaki uykusundan aniden uyandı. Pencerelerden odaya dolan sabah güneşi, içini yeni bir güne başlamanın huzuru ile doldurdu. Sonra yatakta yalnız olduğunu, eşi Nuran’ın yanında olmadığını görünce huzuru kaçtı. Halbuki bugün biraz erken kalkıp kendi elleriyle ona kahvaltı hazırlamayı planlamıştı.
Yataktan kalkmak için yorganı sıkıntıyla üzerinden atıp doğruldu. Ayaklarıyla terliklerini ararken, kapının yanında durmuş, onu izleyen robotu fark edip irkildi.
“Seni manyak makine! Sabah sabah yatak odamızda ne işin var? Ödümü kopardın.”
Sabah güneşi ile parlayan robotun metalik gövdesi odada garip ışık oyunları oluşturuyordu. Kapının ağzında umursamazca duran robot, her zamanki tekdüze sesiyle, “Anlaşılan bugün ters tarafınızdan kalkmışsınız Ahmet bey,” dedi.
“Senin kahvaltı falan hazırlıyor olman gerekmiyor mu?” diye tersledi hemen Ahmet. Bu sıkıntılı halinin yanında bir de hizmetçi ile uğraşacak vakti yoktu.
“Nuran hanım burada bekleyip, siz uyanınca kendisine haber vermemi istedi.”
Bu söz üzerine içi hiç de rahatlamayan adam, terliklerini ayağına geçirip yataktan kalktı, yüzünü yıkamak için banyoya yöneldi.
“Peki, o ne yapıyor içeride?”
“Bilemiyorum efendim, bana söylemedi.”
“O süper beynini kullanıp, bir tahminde bulunsana.”
“Şey, sanırım biraz yalnız kalmak istedi.”
Yüzünü yıkayıp kurulayan Ahmet tekrar odaya girdi. Pencereleri açtı. Otomatik sistemle sulanan bahçeyi izlerken düşüncelere daldı. Ne oluyordu bu kadına böyle? Son günlerde bir şeyler onu çok üzüyordu. Ama ondan gizliyordu ne olduğunu. Peki ama neden?
“Sence onu üzen şey ne? Sana ne olduğundan hiç bahsetti mi?”
“Hayır efendim.”
“Sen ne düşünüyorsun peki?”
Bir süre duraksayan hizmetçi robot, “Sanırım, uzun süredir sizinle bu evde tıkılı kalmaktan biraz sıkıldı.”
“Evet,” diye mırıldandı Ahmet. “Belki de bu yüzdendir.”
“Belki de… tatile filan çıkmalıyız?”
“Faydası olabilir efendim.”
Bir anlık sessizlikten sonra yerinden kımıldayıp kapıyı açan robot, “Ben en iyisi gidip Nuran hanıma haber vereyim. Kahvaltı 10 dakikaya hazır olur efendim,” dedi ve kapıyı ardından kapatıp çıktı.
Ahmet üzerine giyecek bir şeyler bulmak için elbise dolabını yöneldi. Rahat bir şeyler seçip giyindi. Aynanın karşısına geçip kendine şöyle bir baktı.
Ellisini geçmişti artık. Yaşlanıyordu. Derisi çökmüş, kırışmıştı; kilo almış, saçları dökülmüştü. Birkaç yıl önce emekli olduğu monoton işinden sonra, uzunca bir süredir hayalini kurduğu emekliliğin rahatlığını yaşayacağını ummuştu. Eşiyle birlikte bir ömür boyu çalışıp elde ettikleriyle mutlu bir hayat süreceklerdi. Başta her şey ikisi için de umduğu gibiydi. Ama bu mutlu dönem pek uzun sürmemişti. En basit konularda bile sürekli anlaşmazlığa düşüyorlar, zaman zaman bir çocuk gibi küsüp konuşmuyorlardı. Aralarındaki bu gerginlik her ikisi için de hayatın tadını kaçırıyordu.
Her ikisinin de çalışıyor olduğu, evliliklerinin o ilk yıllarını düşündü. Şimdi geriye dönüp baktığında o yılları hayal meyal hatırlıyordu, sanki puslu bir perdenin ardında kalmışlar gibi. Ama o perdeden dışarı sızan gerçek, o sıralar gerçekten mutlu olduklarıydı. Belki de bir amaçları olduğu için mutluydular o zaman. O sıralar sadece yeterince birikimi bir tarafa koyup, emekli olmak ve birlikte daha çok zaman geçirebilmek istiyorlardı. Şimdi ise neydi ki amaçları? Ölümü beklemek mi?
Ahmet aklına dolan düşüncelerden sıyrılmak için gözlerini sıkıca kapatıp, derin bir iç çekti. O kadar geriye gitmesine gerek yoktu belki de. Nuran’daki asıl değişim bir hafta önce başlamıştı. O gün yatakta yalnız uyanmış ve Nuran’ı oturma odasında ağlarken bulmuştu. Ne olduğunu sorduğunda ise eşi, bir şeyi olmadığını söylemiş, kaçamak cevaplar vermişti. Ahmet önceki günü hatırlamaya çalışmış, eşini böylesi üzebilecek ne yapmış olabileceğini bulmak istemişti. Belki hatasını telafi edebilirdi. Ama önceki gün de her zamanki ufak tefek atışmalar olmuştu sadece. Bu yüzden, bunun ciddi bir şey olmadığını ve zamanla düzeleceğini düşünmüştü. Ama hala düzelmemişti işte. O günden sonra onu yine zaman zaman ağlarken buluyor, Nuran olmadık anlarda bazen ona, bazen de hizmetçiye patlıyordu. Üzerinde çok belirgin bir gerginlik vardı. Ahmet’le çok az konuşuyordu. Ondan kaçar gibiydi.
“Evet,” diye düşündü Ahmet. “Benden kaçıyor. Ama neden? Ne yaptım ki? Ne değişti?” Aynada tekrar kendini süzdü. İyice sarkmış olan göbeğini şöyle bir sıvazladı. “Değişen ben değilim, orası belli.”
Başında kalan birkaç nadir teli bir tarafa yatırdı ve kapıyı açıp mutfağa doğru yöneldi. “Sanırım yemekte ona, tatil konusunu bir açmalıyım, belki biraz rahatlarız” diye düşündü.
Mutfağa girince masanın hazırlanmış olduğunu gördü. Hizmetçi robot iyi iş çıkarmıştı doğrusu. Özellikle son bir haftadır her şeyi daha dikkatli yapmaya özen gösteriyordu. Belli ki o da Nuran’ın ufak tefek bahanelerle kendisine kızmasını istemiyordu.
Nuran masanın kapıya yakın ucuna oturmuş, önündeki yiyeceklere gözlerini dikmişti. Yine düşüncelere dalıp gitmişti besbelli. Ahmet’in içeri girdiğini duymasına rağmen yüzünü kaldırıp bakmadı bile.
“Günaydın tatlım,” diyerek yanağından öpmek üzere eğildi Ahmet. Nuran sinirli bir şekilde elini kaldırıp istemediğini belirten bir işaret yaptı. Ahmet ayakta bir süre cevap vermeden öylece durdu, Nuran’ı endişeyle süzdü. Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi ellerini masanın altında kavuşturmuş, boş gözlerle önündeki omlete bakıyordu. Dağınık saçlarının perdelediği gözlerine baktı. “Yine ağlamış,” diye düşündü. “Gözleri kıpkırmızı.”
Bir şey söylemeden geçip karşısındaki sandalyeye oturdu. Sıcak yemeklerden yavaş yavaş atıştırmaya başladı. Bir yandan da tatil konusunu ne zaman açsam diye düşünüyordu. Nuran yine kendi düşünce alemine dalmış gibiydi. Ahmet bir süre onu izleyerek kahvaltısını yaptı.
“Tatlım, neyin var? Bir haftadır yüzün bir kere gülmedi… Canını sıkan bir şey mi yaptım? Evde çok mu sıkıldın? Belki de güzel bir yere tatile gitmeliyiz ha, ne dersin?”
Nuran bir lokma bile almadığı omletine bakmayı sürdürdü. Ahmet’i duymamış gibiydi. Ahmet’in bir haftadır dolmakta olan sabrı taşıyordu artık.
“Nuran, dediklerimi duydun mu sen?”
Kadın yüzünü kararsız bir şekilde Ahmet’e dikip, biraz da çekinerek konuştu.
“Ahmet, sen bir robotsun.”
Bir haftanın gerginliği ile patlamaya hazır olan Ahmet duyduklarını idrak etmeye çalıştı. Sonra ortamı yumuşatmak istercesine güldü, ama şaşkın yüzünde çarpık bir ifade belirdi sadece.
“Evet, biliyorum. Ben bir insanım. Ancak bayağı yaşlandım tabii. Hey Allah’ım.”
“Sen bir robotsun dedim,” diye üsteledi Nuran.
Birden tekrar ciddileşen Ahmet, “Kuzum sen ciddi misin? Ne demek sen bir insansın?”
Sıkıntıyla içini çekip, dikkatini tekrar omleti üzerinde yoğunlaştıran Nuran, “Bu konuda uyarmışlardı,” diye mırıldandı. “Dediklerimi anlamıyorsun.”
İyice sinirlenen Ahmet, sandalyesinden sertçe kalktı. Kalkarken dizini masaya çarpınca acıyla yüzünü buruşturdu. Ellerini masanın üzerine sorgularcasına çarptı.
“Nuran ne diyorsun sen yahu? Neyi anlamıyor muşum? Bir şey yaptıysam açıkça söyle de çözelim.”
Gürültüyü duyan robot da içeri girmiş, bir Nuran’a bir Ahmet’e bakıyordu. Üçünün de konuşmadığı kısa bir sessizlik oldu.
Sonra Nuran, masanın altından, baştan beri elinde tuttuğu bir şeyi çıkarıp Ahmet’e doğrulttu. Bir tabancaydı bu.
“Anlayabilmenin tek yolu bu.”
Ahmet sandalyesini itip korkuyla geriledi.
“Nuran, ne yapıyorsun? Aklını mı kaçırdın?”
Gördüğü sahne karşısında yapması gerekenin farkına varan hizmetçi mutfaktan çıkmak için kımıldadı.
“Bir yere kımıldama tatlım. Polisi aramak yok,” dedi Nuran silahı robota doğrultarak. Robot hareketsiz kaldı. Kadın silahı tekrar Ahmet’e doğrulttu.
“Nuran ne yapıyorsun? Kaç yıllık hayat arkadaşını mı vuracaksın?” diye sorabildi şaşkınlıktan iyice dili tutulan Ahmet.
Bir süreliğine duraksayan kadın, “Sen zaten ölüsün,” dedi ve silahı ateşledi.
Tetiği çekince tüm sinirleri boşalmış gibi oldu. Ahmet merminin etkisiyle geriye savrulunca, arkasındaki tezgahta duran birkaç tabağı yere düşürdü. Silahın patlama sesini tabakların parçalanması izledi. Olanların şoku ile Nuran, silahı ateşlemediğini düşündü, sanki az önce yaşananlar gerçek değilmiş, sadece yaşadığı üzüntüden dramatik sonuçlar çıkarmaya çalışan beyninin bir oyunuymuş gibiydi. Tetiği çekmiş, eşini vurmuş olamazdı. Ama yerde yatan Ahmet’in sol omzundan akan kanı görünce ne yaptığını kavradı. İçindeki nefret iyice kabardı. Ama bu nefret Ahmet’e karşı değildi, kendine ve ona bunu yapmak zorunda bırakan o aptal şirketeydi.
Nuran silahı hala Ahmet’in az önce ayakta durduğu yere doğrultmuş bir halde dururken, hizmetçi robot hemen adamın yardıma koştu. Ahmet’in omzundaki yaraya bakınca garip bir şekilde gerileyerek yerdeki kırılmış tabakları toplamaya koyuldu.
Robotun hareketlerini fark edince biraz daha kendine gelen Nuran, patlama sesiyle hala çınlamakta olan kulakları yüzünden Ahmet’in sesini hayal meyal işitti. “Nuran ne yaptın sen? Yardım et. Omzum… çok kanıyor…”
Havada çakılı kalmış gibi duran silahı tutan kollarını yavaşça indirdi. Sandalyesini geriye itip kocasının yanına geldi. Adamın sızlanmalarına aldırmayarak omzundaki yarayı inceledi. Şimdi rahatlamış gibiydi. Yapmıştı işte. Yara yeterince büyüktü, kan kaybını önlemek mümkün değildi ve omzundaki metal-kemik görünüyordu.
Yaraya baktıktan sonra eşinin yüzündeki rahatlamış ifadeyi gören Ahmet ise acıya aldırmamaya çalışarak merminin açtığı derin yaraya baktı. Ama omzundan sızıp, kolundan aşağı akan sıcak kan ve parçalanmış deriye bakınca yüzü buruştu. Sonra kandan zar zor ayırt edilebilen kemiğin garipliğini fark etti. Pürüzsüz bir görünümü ve garip, içinden gelen bir parıltısı vardı sanki. Baktığı şeyin gerçekte ne olduğunu anlayınca acıyı bile bir an için unuttu.
Ahmet’in yüzündeki şaşkınlığı gören Nuran, “Evet, Ahmet. Söylediğim gibi sen bir robotsun. O kolunun içindeki de metal iskeletinin bir parçası.”
“R- robot mu? Ama ben…” Hala olanlara inanamıyordu besbelli. Nuran da şirketin iki adamı evine gelip robot eşinin prototip resmini ilk gösterdiklerinde inanmakta zorlanmıştı. Bir tarafı daha birkaç gün önce kaybettiği Ahmet’ini tekrar görmek istiyor, vicdanı ise bunun bir robot olmasını kabul edemiyordu.
“Bu RoboDoppel, fiziksel olarak Ahmet beyin tıpatıp aynısı olmakla kalmayıp, eşinizin tüm anılarına da sahip olacak. Fakat öldüğünü hatırlamayacak,” demişti takım elbise içindeki şirket adamı. “Ürünlerimiz, işleyebildiği duyular ve duygular bakımından insanlardan farksızdır,” diye devam etmişti diğeri malını satmak isteyen bir ticaret adamı tavrıyla. “Üstelik bu yeni modeller, robot olduklarını anlamalarını önleyen bir koruma sistemiyle geliyor.”
Ahmet’in “Başka bir açıklaması olmalı!” diye ciyaklaması Nuran’ı kendine getirdi tekrar. “Geçen seneki kalp ameliyatımda takılmış olmasın? Belki de doktorlar bize bundan bahsetme zahmetine girmek istememişlerdir?”
Söylediklerinin saçmalığı yüzünden cevap vermeye bile gerek görmedi Nuran. Üzgün bir şekilde, yerde yatan eşine baktı sadece.
“Lütfen Nuran yardım et, yoksa kan kaybından öleceğim,” diye sızlandı Ahmet. Şimdi sağ elini omzundaki yaraya bastırıyordu. “Sadece biraz aklın karışmıştı. Bir kaza. Hadi tatlım, yardım et, ambulans çağır, bir şeyler yap… lütfen.”
Nuran’ın düşünceleri başka bir yere kaydı. Ahmet mutfağın bu köşesinde, tezgahın dibinde yatıyordu yine. Sağ eli sol omzunun üzerindeydi. Gözleri uyur gibi kapalı, yüzü ise acıyla çarpılmıştı. Yerde yine birkaç kırık tabak vardı. Ama kan yoktu bu sefer. Hizmetçi robot, o gece Nuran’ı uykusundan uyandırdığında bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Ama bunu beklemiyordu. Bu kadar ani olmasını…
“Yapamam,” dedi Nuran az önce Ahmet’in oturduğu sandalyeye çökerken. “Seni kurtaramam. Sen zaten… öldün.”
Vücudundaki kan boşalırken Ahmet ne diyeceğini bilemez bir halde Nuran’a bakıyordu sadece. Bir hayaletinkine benzeyen solmuş yüzü, ölen Ahmet’inkine benzer bir şekilde çarpılmıştı yine. Son gücü de tükenirken bir şeyler diyecek oldu, ağzını açtı ama bir hırıltı dışında bir şey çıkmadı. Gözleri yavaş yavaş kapanırken, omzunu sıkı sıkı tutan eli gevşedi ve kanlı göğsünde kayarak kalbinin üzerinde durdu. Göğsü inip kalkmayı kesti.
Ahmet’in anısına sahte bir kuklayla ihanet etmenin verdiği vicdan azabı Nuran’ın gözlerini doldurdu yine. Kendini Ahmet’e affettirebilmek isterdi. O ölmeden önce, yaptığı tüm çocukça hatalar için özür dileyebilmek isterdi. Mutlu bir şekilde geçirebilecekleri, boşa harcanan anları geri getirip hatalarını düzeltebilmek isterdi. Ama bunları bir robotla telafi etmeye çalışmak? Sahte olduğunu bile bile tenine dokunmak, o duygusuz gözlerine bakmak? “Ne aptallık ama,” diye düşündü. O gitti artık.
Şimdi ise onu kendi elleriyle öldürüyordu. Bunu yapmak zorunda kaldığı için şirkete duyduğu öfkeyle alt dudağını ısırdı. Kanın sıcaklığını ve metalsi tadını ağzında hissetti. Boğazına gelmiş olan yumruyu ağzına dolan kanla geri tepti. İki şirket görevlisi ile arasında geçen konuşmayı hatırladı gözlerini yumunca.
“Peki robot yaralanır ya da hasar görürse?” demişti Nuran. “Öyle bir durumda, hemen teknik elemanlarımız gelerek gerekli müdahaleyi yaparlar. Zaten acil bir durum olsun olmasın, bizi yedi gün yirmi dört saat her türlü sorunuz için arayabilirsiniz. Müşteri memnuniyeti en büyük önceliğimizdir,” demişti adamlardan biri de sırıtarak. Bunlara inanmasına inanmıştı Nuran ama bir hafta önce robotu geri almalarını istediğini söylemek için aradığında, verilen numarayla şirkete ulaşamamış, hiçbir şekilde onlarla bağlantı kuramamıştı. Son çare olarak, acil durum sistemini denemek zorunda kalmıştı.
Gözlerini açtı. Dikkatle ölü robota baktı. Zihnine Ahmet’le ilgili anılar dolarken bekledi. Derken robotun göğsünden elektronik bir bip sesi geldi ve adamın gözleri tekrar açıldı.
Ahmet şaşkın şaşkın etrafına bakındı, sonra artık kanamayan ve acı vermeyen yaraya baktı. Göğsü inip kalkmıyor, nefes almıyordu ama yaşıyordu.
Yerinden kıpırdayıp, doğrulmaya çalıştı. 5 dakika öncesine kadar kan kaybından ölen adam hiçbir şey olmamış gibi rahatça ayağa kalktı. Kanı tamamen çekilmiş bembeyaz ellerine baktı.
“O kadar kan kaybettim. Nasıl hala…?”
“O kaybettiğin kan sadece derinde dolaşıyordu, canlıymışsın gibi görünmen için,” dedi Nuran hala farkında olmadan elinde tuttuğu tabancaya bakarak.
“Yani… Ben o zaman…”
“Evet. Bir robotsun.”
“Ama nasıl olur? Eğer ben bir robotsam, nasıl oluyor da kendimi Ahmetmiş gibi hissediyorum?”
“Çünkü öyle programlandın, onun anılarını aldın,” dedi Nuran.
“Peki neden bunu yaptın, niye vurdun beni?” diye sordu Ahmet sakince.
“Çünkü sen ölüsün, sen Ahmet değilsin,” Nuran sinirle ayağa fırlamış, bağırıyordu. Gözlerinde dolan yaşlar artık çenesine doğru süzülüyordu. Kendini toparlamaya çalıştı. Gözlerini yere dikip “Şimdi git buradan, beni yalnız bırak. Seninkiler birazdan gelecektir,” dedi sakince.
Robot Ahmet cevap verecek oldu, vazgeçti. Kendini bir hayalet gibi hissediyordu. Nuran’ın dediklerine ve görünüşüme bakılırsa hayaletten pek de farkım yok diye düşündü. Yerdeki kan gölüne baktı. Hizmetçi sessizce temizlemeye koyulmuştu.
Az önce olanlardan sonra, her ne kadar kendini insan gibi hissediyor olsa da, o bir robottu. Gerçek buydu. Kendi de farkındaydı artık bunun.
Hayaletimsi robot yerinden kalktı, mutfaktan çıkmak üzere arkasını döndü. Bir insandan çok, bir robot gibi yürüdüğünü hissederek yatak odasına doğru gitti. Odaya girince kapıyı arkasından kapattı. Aynanın karşısına geçti. Üstü başı kan içinde, teni ise bembeyazdı. Bir korku filminden fırlamış gibiydi. Parçalanmış omzundan metalik iskeleti görünüyordu. Soğuk metale dokundu. Ürperdi. Etrafındaki parçalanmış deriye ve kan damarlarına baktı. “Gerçeğinden bir farkı yok,” diye düşündü. “Aslında benim de gerçeğimden farkım yok ya. Ben Ahmet’im.”
O sırada kapı açıldı. Hizmetçi robot içeri girdi. Ahmet sorgular bir şekilde robota baktı.
“Beni almaya mı geldiler?”
“Hayır efendim. Henüz kimse gelmedi. Şey, bu arada siz iyi misiniz?” diye sordu hizmetçi omzundaki yarayı işaret ederek.
“İyiyim. Acı hissetmiyorum. Sadece… biraz kafam karışık.”
Robot bir an duraksadı, gözleri adamın arkasındaki duvara dikilmiş şekilde bir süre bekledi.
“Efendim, bir şey var ama… Size bundan bahsetmeli miyim emin değilim.”
“Emin olmasaydın bu konuyu açmazdın zaten, değil mi? Konu nedir?”
Robot, Ahmet’e doğru yaklaştı, yanından geçip arkasındaki duvara yöneldi. Eğilip Ahmet’in göremediği bir şeye dokundu. Elbise dolabının içinden bir ‘klik’ sesi geldi. Robot, dolabın kapısını açtı. Ahmet daha önce varlığından habersiz olduğu, duvara gömülü bir kasanın açılmış olduğunu gördü. Şaşkın şaşkın robota baktı.
“Bir süredir burayı hiç kullanmadığınızı fark ettim. İçinde önemli şeylerinizi saklardınız. Düşündüm ki belki içinde kafa karışıklığınızı giderecek bir şeyler vardır.”
Ahmet kasaya doğru ilerlerken sordu, “Ne gibi?”
“Bilmiyorum, efendim,” dedi sonra dönerek kapıya doğru yöneldi. “Ben çıksam iyi olacak.”
Robot çıkınca Ahmet kasanın kapağını araladı. İçinde mavi kaplı bir dosya vardı sadece. Merakla dosyayı aldı, yatağın kenarına oturdu ve açtı. En üstte büyük harflerle yazılmış kısım çarptı gözüne;
RoboDoppel Şirketi – Huzur içinde yaşayın
Bir anlaşmaydı bu. Ölümlerinden sonra Nuran ve Ahmet Balcı’nın anılarının elektronik bir beyne, o beynin de asıllarına benzeyen robot bedenlere aktarılmasını öngörüyordu. Ahmet hızlıca şartlardan bahseden sayfaları çevirdi. En son sayfada anlaşmayı onayladıklarını belirten, Nuran’ın ve kendisinin imzasını görünce bir an durup düşündü. Kendisi böyle bir belgeye imza attığını hatırlamıyordu. Nuran’da böyle bir şeyden bahsetmemişti. Dosyayı Nuran’a götürüp göstermek üzere yerinden kalkarken birden durdu. Yere bir şey düşmüştü. Eğilip, ufak kağıdı yerden aldı. Bir fotoğraftı bu. Ne olduğunu anlayınca birkaç saniye hiçbir şey düşünemez oldu. Sonra kararsız bir şekilde kapıyı açtı, mutfağa doğru gitti. Nuran orada değildi. Ardından salona yöneldi, bir taraftan da Nuran’a sesleniyordu şimdi.
Ahmet hızla salona girerken Nuran, “Kahretsin, nerede kaldı bu herifler?” diye sinirli bir şekilde elindeki telefonu koltuğun üzerine fırlattı. Sonra Ahmet’i fark etti ve şaşkın bir şekilde elindeki mavi dosyaya ve yüzündeki kararsız ifadeye baktı.
“Ne var? O elindeki ne?”
Ahmet soruya aldırmadı. Önce konuşmak istedi, sonra vazgeçti. Çekinerek Nuran’a yaklaştı ve şaşkın bakışları altında elindeki fotoğrafı gösterdi.
Fotoğrafı Ahmet’in elinden alan Nuran, önce gördüğünün ne olduğunu anlayamadı. Anlayınca donakaldı, sonra boğazından garip bir hırıltı çıktı. Elindeki fotoğrafı yere düşürdü. Ağzı şaşkınlık ve korkudan açık bir şekilde geri geri giderken koltuğa takıldı, hissiz bir kukla gibi üzerine yığılıverdi.
Ahmet çekinerek yanına oturdu. Sakinleştirmek için ona sarıldı. Kaskatı kesilmişti kadın. Kesik kesik soluk alıyordu.
“Üzülme, tatlım. Sakin ol.”
Nuran artık tamamen kendini bırakmıştı. Başını Ahmet’e yasladı. Adam sırtını sıvazlıyor, onu teselli etmeye çalışıyordu. Nuran ise hala büyülenmiş gibi yerde duran resme bakıyordu.
Salonun dışında bekleyen hizmetçi robot, ne olduğunu bildiği halde, yerdeki resme şöyle bir baktı. Birbirinin aynı iki kadın, yan yana iki sedye üzerinde uyuyor gibi yatmıştı. İkisinin de teni bembeyazdı. İkisi de cansızdı. Her ikisinin de başlarına takılmış kablolar resimde görülmeyen arkalarındaki bir yere uzanıyordu. Resimdeki kadın Nuran ve RoboDoppel’iydi.
“Bu sefer üstesinden gelecekler, mutlu olacaklar,” diye düşündü robot sessizce uzaklaşırken.
Öykü – Akılsız Ev
Evdeki akıllı eşyaların boyunduruğundan kurtulup hayatının kontrolünü tekrar eline almaya çalışan bi…
Öykü – Özgür Adam
Hayatın tutsak ettiği bir komutanın hayatı, distopik bir gelecekte sınır karakoluna gelen muamma bir…
Öykü – Ateş Düştüğü Yeri Yakar
Bir yangında hafızasını kaybeden robot suçlu olduğu iddiasıyla yargılanmaya başlar.